Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Posts Tagged ‘kanser’

Gündemde farklı bir konu var bugün: Jodie Picault’un My Sister’s Keeper romanı. Bu romandan filmi sayesinde haberdar olduk; filmi yapılmasa tarihe geçecek bir roman değildi zaten. Konunun işlenişini ayrıca tartışmak gerekiyor ama benim romanda asıl ilgimi çeken ele alınan konunun çok boyutluluğu oldu.

Roman hakkında konuşmaya başlamadan önce filmi seyretmediğimi belirteyim; yani romanını okutacak kadar ilgimi çeken filmi seyretmedim, evet. Roman tipik karakterleri ve tipik diyalogları ile tipik bir Amerikan ailesi dramı. Zaten bu yönden bakınca yazarın  yazdığı konuların farkında olup olmadığı konusunda şüpheye düştüm, veya hakikaten Amerikalılar böyle, hatta insanlık böyle, o konular beni aşıyor. Ama karakterler ve roman boyunca aldıkları yollar epey bir steril geldi bana. Herkesin bir şahsi dramı var, herkes bu şahsi dramlar sebebiyle yanlış tercih yapmış, ama herkes “iyi” ve herkes hatalarından ders alacak kadar “akıllı” olduğu için sonuçtan “yolu sevgiden geçen herkes aynı yerde buluşuyor” ve romanın düğümünü “kahpe kader” veya “kozmik güçler” çözüyor.  (Bir de bu “Julia” karakteri romana ne kattı, o olmasa -birkaç sayfadan ve gay bir yan karakterden başka- ne eksilirdi romandan, bilen varsa söylesin.)

Tipik ticari yüzeysellikleri bir yana bırakıp bu roman neden önemli ona dönelim. Romanın temel konuları aile, hukuk ve sağlık. Daha doğrusu hukuk ve sağlık konularına yaslanarak ailenin sınırları sorgulanıyor. ‘Çocuk aileye ait midir, birey midir’ sorusu ortaya atılıyor ve çok bedavacı bir yöntemle çözülüyor.

Bizim için bu romanı önemli yapan ise; modern tıbbın modern bireyi nasıl çaresizleştirdiğini, sağlık sektörünün sistemli acziyetini bir umutla kendilerine sığınan hastalara nasıl çözüm diye dayattığını çıplak bir biçimde göstermesi. Bu kadar kaba ve açık bir şekilde ortaya konduğu için yazarın yaptığı şeyin farkında olmadığını düşünüyorum. Open secret gibi bir durum olmuş. Trajediyi yaratan ve sunduğu çözümlerle yeni yeni trajedilere yol açan modern tıp ve buna uyanamayan bir “modern çağ” ve onun insanları…

Somutlaştırarak adım adım devam edelim. İki yaşındaki kızlarının lösemi olduğunu öğrenen aile doku, ilik, kan nakli için risksiz bir donör olsun diyerek tüp bebek yöntemiyle döllenmiş yumurtalardan en uygun genlere sahip olanını dünyaya getiriyorlar. Böyle ifade edilince dünyaya gelen bir insan değil de başka birşeymiş gibi oldu değil mi? Modern tıbbın insana bakışı tam da bu işte. Hatta romanın bir yerinde çaresiz anne doktorun çocuğundan ‘bozulmuş bir araba’ymış gibi bahsettiğini söylüyor. Modern tıp kanserden  en basit bir enfeksiyona kadar bünyenin diğer bölümleri için riskli olabilecek  tedavi yöntemlerini tereddütsüz bir şekilde uygulamaktan kaçınmıyor. Çünkü başka bir yöntemi yok, daha da kötüsü başka bir yöntem üretecek mentalite yok. İlaçların prospektüslerindeki “yan etkiler” maddeleri çok etkileyicidir gerçekten, bütün bir zihin dünyasını yansıtır.

1 yaşına gelmemiş çocuğunuza inek sütü, bal, domates, çilek vermemeniz konusunda sizi uyaran doktorunuz ona antibiyotik yazabilir! Çünkü doktorun bakışı, zihin dünyası tabiatı yenmeye odaklanmış bir kültürün verdiği eğitime göre şekillenmiştir. Antibiyotik enfeksiyonu yok eder; kemoterapi kanser hücresini yok eder;  bu yok ediş sırasında diğer hangi dokuların zarar gördüğü, “risk değerlendirmesinde ikincil”dir. Problemli parça kesilip alınır, yerine yenisi dikilir; yenisi bulunamayabilir, olsun organ kaçakçılığı bunun için sektör olmadı mı, o da mı bulunamadı; üreme hücrelerinizle laboratuarda donör adayı üretebiliriz.

Ama küçük de olsa umut verici birşey var; bu sitemin, bu dünyanın bir alternatifi olduğuna inanan insanların sayısı her geçen gün artıyor. Çünkü sıradan insanın bilgi kaynakları arttı. Yapılan bir ankete göre doktorların üçte biri internetten şikayetçi imiş, çünkü hastalar doktorların güvenilirliklerini sorgulamaya başlamış. (Akıl veren doktorların yerini bilgi veren doktorlar alacak mı, diye de umutlanabiliriz.)

Batı tıbbına alternatif arayışları çerçevesinde;  ilaç sektörü skandalları ile ilgili Shane Ellison’ın Batı Tıbbı Sağlığınızın Altını Nasıl Oyar? adlı bir kitaptan bahsedebiliriz. Ayrıca dünyanın çeşitli yerlerinde ve Türkiye’de faaliyet gösteren geleneksel doğu tıbbının önleyici, koruyucu yöntemleri ile şifa dağıtan firmalar var. Ama bunlar Türkiye’ye tarım bakanlığının izni ile ve gıda takviyesi adı altında giriyor. Yine batı kaynaklı gıda takviyesi ile önleyici tedavi vaadeden firmalar var. Hatta nano teknoloji ile şifalı bitkilerin işlenmiş olduğu kıyafetler satan bir firma bile var.

Bunların batı tıbbından farkı hücrelerin temizlenmesi, fonksiyonlarının düzenlenmesi ve bünyesel bir tedavi önermesi. Yani problemli veya işlevini kaybetmiş dokuyu, hücreleri takviye ederek canlandırmayı amaçlıyorlar ve yanetki taşımıyorlar, bir yeri düzeltirken beş yeri yıkmıyorlar. Bildiğim kadarıyla mesela kanser tedavisinda kullandıkları ilaçlar lenf bezlerini güçlendirmeye yönelik olduğu için kemoterapinin yan etkilerinden hiçbiri yaşanmıyor (Kanser hücreleri lenf bezlerini işlevsizleştirdiği için tedavisi çok zor.). Başka bir örnek; infertilite çözümleri modern tıptan daha ucuz ve çoğul gebelik riski taşımıyor.

Ancak bu çözümler batı tıbbı tarafından ya hafife alınıyor, ya da cahilce bir şüpheyle karşılanıyor. Tıpkı silah ve petrol lobileri gibi ilaç sektörü de kendi lobisine sahip ve diğer ikisi kadar yıkıcı. Diğer taraftan sıradan insanın bilgi edinme imkânları artmış olduğu için modern tıp gardını alıyor ve kendinden bekleneceği gibi doğu tıbbı yöntemlerini marjinal seçenekler arasına da olsa sokmuş bulunuyor. (Romanda da bunu görüyoruz, kemoterapinin yanı sıra iki farklı tedavi yöntemi denendi; biri doğu tıbbı kaynaklı idi, diğeri ise arsenik tedavisi!!!)

Bu kapsamda Türkiye’de bir ara tartışılan “yabancı doktorlara çalışma izni” konusuna da değinebiliriz. Postsovyet dönemde Türkiye pek çok eski Sovyet vatandaşına ev sahipliği yaptı ve yapıyor. Bunlar Türkiye’de çok farklı alanlarda çalıştılar. Gelenlerden bir kısmı doktor ancak tabii doktor olarak çalışamıyor ama dolaylı olarak (danışmanlık vs. gibi) mesleklerini yapıyorlar. Eski Sovyet ülkelerinde iki tür tıp eğitimi verilmekte, tıp öğrencisi isterse çift anadal yaparak hem batı tıbbı hem de doğu tıbbı uzmanı olabiliyor. Hem oralarda tıp okumuş Türk öğrencileri hem de yukarıda bahsettiğimiz eski Sovyet vatandaşı doktorlar bugün Türkiye’de bu alternatif tıp kültürünün de oluşmasını sağlıyorlar. (Zaten Türkler de oldum olası bitkilerle tedaviye meraklıdır.) Yukarıda bahsettiğimiz firmaların çoğu da Türkiye’ye Rusya kaynaklı olarak girmiş ve bünyelerinde bolca Slav, Orta Asyalı ve Çinli çalışan barındıyor. Diyerek konuyu yine getirip “türkoloji”nin sınırlarına dayandıralım.

Read Full Post »